İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi | Prof. Dr. İoanna Kuçuradi'nin 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu' başlıklı değerlendirmesi
İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi

Prof. Dr. İoanna Kuçuradi'nin 'Türkiye İnsan Hakları Kurumu' başlıklı değerlendirmesi

Paylaş

İoanna Kuçuradi

Geçen yıl bu sıralarda, sonra da İnsan Hakları Başkanlığının düzenlediği bir uluslararası toplantı sırasında, diğer konular arasında, gündemde olan ama bir türlü taslağına ulaşılamayan Türkiye İnsan Hakları Kurumu tartışılmış ve yasa gereği kurulması beklenen bu kurumun nasıl olabileceği üzerinde görüşler belirtilmişti. Ayrıca, geçen sürede, bu kurumla ilgili tasarının “gizliğine” tepki gösteren 4-5 insan hakları kuruluşlarından da, konuyla ilgili görüş sorulmuş, ancak bu taslağa, ya da gözden geçirilmişine, ulaşmak mümkün olmamıştır.

Ülkemizde insan haklarıyla ilgili konuları bir bütün olarak ele alacak ve sorunlara insan hakları açısından çözüm önerilerinde bulunacak bir kuruma şiddetle ihtiyaç vardır. Böyle bir kurum olmadığı takdirde, insan hakları konusunda alınan/alınabilecek mesafe rastlantılara kalır.

Bir Ulusal İnsan Hakları Kurumuna şiddetle ihtiyaç vardır. Yoksa, insan hakları konularını, isteyen istediği yöne çeker, çekebiliyor da. Bu kurumun kuruluşu da, insan haklarına ilişkin çok yönlü açık bilgiye ve Türkiye’deki durumunun doğru bilgisine dayanmalı.

*

İnsan haklarına ilişkin yaygın bir anlayış vardır: insan hakları, kişiyi devlete karşı korumak içindir. İnsan hakları eğitimi de, genellikle bu anlayışa uygun olarak yapılır; yani insan hakları eğitimi “kişilere k e n d i  h a k l a r ı n ı öğretmeyi” amaçlar. Böylece bazı Avrupa ülkelerinde ilk ve orta öğretimde “çok kültürlü eğitim”e indirgenen insan hakları eğitimini bir yana bırakırsak, insan hakları genellikle hukuk eğitimi olarak –insan hakları belgelerini ve koruma mekanizmalarını öğretme olarak– gerçekleştirilir.

İnsan haklarına bu yaklaşımı –yani insan haklarının kişiyi devlete karşı korumak olduğu anlayışını– oldukça problemli görüyorum. Çünkü insan haklarının yalnızca muamele  g ö r m e  ilkeleri olarak değil, muamele  e t m e ilkeleri olarak da –etik ilkeler olarak– görülmesi gerektiğini ve böyle ilkeler olduğu için, hukukun temelinde bulunması –yani anayasalarda yalnızca sayılması (adlarının geçmesi) değil, devlet organlarının ve kurumlarının kurulmasının temelini oluşturması– gerektiğini düşünüyorum.

O takdirde de, devletin –devlet dediğimiz bu insansal kurumun (modern devletin)– varlık nedeni, her şeyden önce insan haklarını doğrudan ya da dolaylı olarak koruma oluyor.

Ulusal insan hakları kuruluşlarının çalışmaları böyle bir devlet anlayışıyla birlikte gerçekleştirildiği takdirde, bu kuruluşların, insan haklarını güvenlik adına gözardı etme çabalarının yaygınlaştığı dünyamızın ülkelerinde, insan haklarının daha çok korunacağı umut edilebilir. Devletin varlık nedeninin insan haklarını korumak –dolayısıyla kendi ana görevinin insan hakları korumak– olduğunu düşünen bir kamu görevlisi ile görevinin devleti korumak olduğunu düşünen bir kamu görevlisinin –örneğin bir polis ya da bir kaymakamın– yaptıklarında nasıl bir fark olacağını anlatmaya gerek yok, sanırım.

İşte, ulusal insan hakları kuruluşları, devlet organlarının ve kamu hizmetlerinin insan haklarını koruma görevini yaşamda yerine getirip getirmediği denetlemek, gerektiği durumlarda müdahale etmek, mevcut koşullarda en uygun koruma yollarını bulup göstermek ve bunların gerekleşmesine katkıda bulunmak içindir. Kuruluş biçimleri de bu anlayışla belirlenmeli.

Ulusal insan hakları kuruluşlarına ilişkin çeşitli modeller vardır. Örneğin Fransa’daki ile Hindistan’daki birbirinden oldukça farklı. Ancak hepsinin paylaştığı, ortak olan bazı minimum normlar vardır –BM’in Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının Statüsüne İlişkin İlkeler.

Şimdi de Türkiye’deki bu tür kuruluşlara sizlerle birlikte bir göz atmaya çalışacağım ve bu 8 ulusal kuruluşun 6’sında başkan, üye veya danışman olarak çalışırken edindiğim deneyimlere dayanarak, Türkiye’de ihtiyaç duyulan ulusal kuruluşlara ilişkin konsepsiyonumu sizlere sunacağım. Bu da kamuya üçüncü sunuşum olacak.

Önce, kurumlar açısından son 20 yılda olan bitenlere bir göz atalım.

*

Türkiye’de seksenli yılların sonlarında kurulmaya başlayan ve insan haklarının öneminin bilincini yaygınlaştırarak önemli bir işlev gören, insan haklarıyla doğrudan ilgili sivil toplum kuruluşlarından başka, 1990’dan beri insan haklarını korumak amacıyla şu kuruluşlar kurulmuştur:

  • Aralık 1990’da yasayla kurulan TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu (5 Aralık 1990, Kanun no: 3680)
  • Ağustos 1994’te (26 Ağustos 1994, Karar 1994/34), Başbakanlık Genelgesiyle kurulan İnsan Hakları Yüksek Danışma Kurulu. İnsan haklarıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan 25 üyeden oluşan ve Başbakanın görevlendirdiği İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanıyla çalışan bu Kurul, hükümet değiştiğinde, Mart 1996’da, başka bir Başbakanlık Genelgesiyle kaldırılmıştır. Temel eğitimde insan hakları dersi, bu Kurulun çabalarıyla 1995’te, zorunlu bir ders olarak verilmeye başlamıştır. Ancak, iki yıl önce, nedense, bu ders sessiz sedasız programdan çıkarıldı.
  • Nisan 1997 de kurulan İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu. Bu Kurul, İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı ile Başbakanlık ve yedi Bakanlığın Müsteşarından oluşuyor. 2001 yılında Başbakanlık Teşkilâtı Hakkında Kanuna bu kurula ilişkin bir madde eklenmiştir. Kamu görevlilerinin sicilinde “insan haklarına saygılı olma” maddesinin eklenmesini bu Kurul sağlamıştır.
  • Bu Kurulun kararıyla Haziran 1998’de kurulan İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal Komitesi. Önce 15, sonra da 20 üyeden oluşan bu Komite, insan haklarıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan 6 öğretim üyesinden, 7 sivil toplum kuruluşu temsilcisinden ve 7 bakanlık temsilcisinden oluşmuştur. Onyıl bittikten sonra, adı değiştirilerek, bu komiteye süreklilik kazandırılmak istenmiştir. Ancak bu komitenin halen çalışıp çalışmadığını bilmiyorum.

Bu dört ulusal kuruluş, yaptıkları çalışmalar ve hazırladıkları raporlarla, Türkiye’de insan haklarının korunmasında çok önemli adımların atılmasında büyük bir rol oynamış ve bazı çalışmaları bu süreçte dönüm noktaları oluşturmuştur.

2000 yılından bu yana dört ulusal kuruluşun daha kurulduğunu görüyoruz.

  • Türkiye düzeyinde, 81 ilde, Kasım 2000’de kurulan ve kimileri çalışan, kimileri çalışmayan İnsan Hakları İl ve İlçe Kurulları. İllerde bir vali yardımcısı başkanlığında, ilçelerde de kaymakamın başkanlığında toplanan ve halen meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, belediye, il meclisi ve diğer kuruluş temsilcilerinden oluşan kurullardır (Türkiye düzeyinde 931(850+81) kurul mevcuttur).

     Nisan 2001’de de, Başbakanlık Teşkilâtı Hakkında Kanuna eklenen maddelerle şu üç kuruluş kurulmuştur:

  • İnsan Hakları Başkanlığı,
  • İnsan Hakları Danışma Kurulu. Bu kurul, kamu kuruluşları, meslek kuruluşları ve insan haklarıyla ilgili çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile, daha önce uluslararası mahkemelerde görev yapmış yargıçlar ve insan hakları alanında çalışmalarıyla tanınan kişilerden –yaklaşık 80 üyeden– oluşturulmuştu. (12.04.2001, yönetmeliği: 15 Ağustos 2001)
  • İnsan Hakları İhlal İddialarını İnceleme Heyetleri. Bunlar, İnsan Haklarından Sorumlu Bakan tarafından “inceleme ve araştırma yeri ve konusuna göre” oluşturulması söz konusu olan heyetlerdir.* 

Bütün bu kuruluşların kendi personeli ve bütçesi yoktur. İlgili hukuksal düzenlemelerde, bunların sekreterlik işlerini İnsan Hakları Başkanlığının görmesi, ihtiyaçlarının da Başbakanlık bütçesinden karşılanması öngörülmüştür.

Bu kuruluşların yönetmeliklerine baktığımızda, bunların daha önce kurulmuş olanların yönetmelikleri hesaba katılmadan hazırlandığı dikkati çekiyor. Böylece bu kuruluşların görev ve yetkileri bazan birbirine karıştığı için sorunlar yaşanmıştır. Halen bu kuruluşlardan İnsan Hakları Başkanlığı ve bir kısım il ve ilçe kurulları çalışmalarına devam ediyor. Danışma Kurulu lağvedildi, diğer kuruluşların ise çalıştığı görünmüyor.

İşte bu kurulların çalışmaları sırasında gözlemlediğim, kimi üye sayısından, kimi üyelerin atanma biçiminden, kimi bu üyelerin bir kısmında görülen insan haklarına ilişkin bilgi eksikliği ile entellektüel ve etik bağımsızlık eksikliğinden, ya da hepsinden kaynaklandığını düşündüğüm sorunları gözönüne alarak; TBMM’nin İnsan Hakları İnceleme Komisyonu dışındaki kuruluşları lağvedip, şemsiyesi altında çeşitli ulusal komitelerin bulunduğu bir “Türkiye İnsan Hakları Kurumu”nun, B.M. “İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması için Kurulan Ulusal Kuruluşların Statüsüne İlişkin İlkeler (A/RES/48/134, 20 Aralık 1993) doğrultusunda,  dikkatle, bilgiyle ve edinilen deneyimleri hesaba katarak kurulmasının gerektiğini düşünüyorum.

‘Dikkatle’ derken özellikle neyi kastettiğimi söyleyeyim. Bunu söylerken de, böyle bir kurumun oluşturulmasında gördüğüm en büyük zorluğu belirteyim:

Böyle ulusal kurumlarla ilgili olarak en başta vurgulanan, bunların bağımsız  olması gerekliliğidir. Ne var ki, bu ‘bağımsızlık’, genellikle, devletten-hükümetten bağımsız olma –kararlarında ve yaptıklarında onlar tarafından belirlenmeme– olarak anlaşılıyor. Bunun koşulları olarak da, böyle kurumların üyelerinin görevden alınamaması, personelini kendisi seçip ataması, kendi tasarrufunda olan bir bütçesinin olması v.b. şeyler görülüyor.

Hiç şüphe yok ki, bu şekilde anlaşılan bağımsızlık önemlidir, şarttır; ama böyle bir kurumun amaçlarını gerçekleştirebilecek şekilde çalışabilmesi için yetmiyor, çünkü bu bağımsızlık başka amaçlar için kullanılabiliyor. Bu kurumsal bağımsızlıktan başka  üyelerinin  entelektüel  ve  etik bakımdan da bağımsız olmaları gerekiyor; yani çalışmalarında ve kararlarında sadece hükümete karşı bağımsız olmamaları, aynı zamanda bu çalışmalarını, değerlendirmelerini, kararlarını ideolojik, kültürel, dinsel etkilerden de bağımsız, özellikle de esen havalardan –kamuoyunun etkisinden–  bağımsız yapmaları/vermeleri, başka bir deyişle insan haklarının önüne başka herhangi bir  “şey”i geçirmemeleri gerekiyor.

Peki, değerlendirmeleri ve kararları bunlar belirlemeyecekse, nelerin belirlenmesi uygun olur? Çok kestirmeden dile getirilirse, bunlar etik değer bilgisi ve insan hakları bilgisi olmalı, derim.

Bunun olabilmesi için, bu kurumda görev alacak olanların bazı özellikler taşımaları gerekiyor: insan haklarını korumayı  i ç t e n l i k l e   i s t e m e l e r i  ve dürüst olmaları; insan hakları konusunda yeterince  b i l g i   s a h i b i   o l m a l a r ı  ve bu bilgiler üzerine kafa yormuş olmaları, ayrıca dünyanın ve ülkenin durumu ve sorunları hakkında yeterince bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Bir de karşılaştıkları tek tek durumlarda insan haklarının gerektirdiklerini bulabilmeleri için, bu tek tek durumları etik değer bilgisi ve insan hakları bilgisi ışığında bakmaya alışmış olduklarını, daha önceki yaşamlarında göstermiş olmaları gerekiyor.

İşte böyle bir ulusal kurumun kuruluşunda gördüğüm en önemli zorluk, onda bu nitelikte kişilerin görev yapabilmesini mümkün kılabilecek oluşturma biçimidir.

Görev ve yetkileri ile işleyiş biçimi B.M. ilkelerine göre , “bağımsız” ve “çoğulcu” olarak kurulacak ve daha önce yaşanan sorunları yaşamama umudunu verebilecek bir ulusal kurumun ana çizgileriyle yapısı şöyle olabilir:

 

                                                 TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU

Bu ulusal komiteler, kurumun “çoğulcu” olmasını sağlayabilir; uygun şekilde oluşturulduğu takdirde de yönetim kurulu, kurumun –daha önce belirttiğim anlamda– bağımsızlığını sağlayabilir; insan haklarının gerektirdiklerinin önüne başka düşünce ve hesapların geçirilmesini önemli ölçüde önleyebilir ve ülkenin koşullarında insan haklarının gerektirdiklerinin sürekli olarak ortaya konmasına, gerçekleştirilmesine ve denetlenmesine katkıda bulunabilir.

Bu yönetim kurulu, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanından, olduğu takdirde ombudsmandan, insan hakları çalışmalarıyla tanınmış, etik ve entellektüel bağımsızlıkları kanıtlanmış 5 kişiden ve bunların belirleyeceği, usulüne uygun olarak atanacak Ulusal Komite Başkanlarından oluşabilir.

İşte daha önce belirttiğim güçlük, bu noktada –böyle bir kurum kurulduğunda ilk olarak bu 5 kişinin nasıl belirleneceği noktasında– karşımıza çıkıyor. Benim mevcut koşullarda görebildiğim, ilk atama için göreli olarak en kazasız-belasız görünen yol, bunların, insan hakları konusunda yaptıkları çalışmalarla insan haklarının korunmasına ulusal düzeyde katkıda bulunmuş –kendini bu konuda kanıtlamış– sivil toplum kuruluşlarının, gerekçeleriyle birlikte gösterecekleri adaylar arasında Cumhurbaşkanı veya Başbakan tarafından atanmasıdır. İlk defa böyle oluşturulan bu kurumun Yönetim Kurulu, diğer üyelerini kendisi önerebilir.

Böyle bir ulusal kurumun –Türkiye İnsan Hakları Kurumunun– Anayasada yer alması ve Başbakanlık Teşkilâtında yer alan diğer bağımsız kurumlar gibi yasayla kurulması ve ondan beklenen görev çerçevesinin belirlenmesi şarttır.

Ülkemizde insan haklarının korunmasını b i r   b ü t ü n  o l a r a k  d ü ş ü n m e k  ve  insan haklarını koruyacak insan yetiştirmeyi amaçlayan bir insan hakları eğitimi ihtiyacının bilincine varmak, bu ortak amaç için ilgili kuruluşların yetki ve sorumluluklarına saygılı bir şekilde işbirliği yapmak ve çalışmaların eşgüdümünü sağlamak gerekir. Kuruluşları çoğaltmakla insan haklarının korunmasını sağlayamayız. Bu kuruluşların, amaçlarına uygun ve eşgüdüm içinde çalışabilmeleri için gerekli koşulları da yerine getirmek gerekir.

20. yüzyılın ikinci yarısında ülkelerin gelişmişliği, gayrı safi milli gelir, endüstrileşmiş olma, ileri teknolojiye sahip olma gibi ölçütlerle ölçülmüştür. İlk on yılını tamamlamak üzere olan 21. yüzyılda ülkelerin gelişmişliğinin ölçütü insan haklarını koruma derecesi olamaz mı? **

 


* Başbakanlığa bağlı olan bu kuruluşlardan başka, Adalet Bakanlığınca 81 ilde Cezaevi Heyetleri de oluşturulmuş bulunuyor.

** Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonunun 10 Aralık 2009 tarihinde İnsan Hakları Günü vesilesi ile düzenlediği toplantıda yapılan konuşma.

- Konuşma metninin pdf kopyasına ulaşmak için tıklayınız.